Meslek hastalıklarının “amelenin bel fıtığından” ziyade önemli bir konu olduğunun farkındaydım ancak bir “hocanım” olarak kendimi güvenli bölgede sanıyordum. Gelin görün ki mesleğimin henüz başında nur topu gibi meslek hastalığım oldu. 

 

Boğazım ağrıyor, bademciklerim şişti, konuşmaya çalışınca adam boğazlıyorlarmış gibi sesler çıkarıyorum.

 

Semptomlarımı bu şekilde anlattığımda sıradan bir boğaz enfeksiyonu gibi geliyor; oysa “larenjit” oldum dediğimde kendimi çok ender görülen bir hastalığa tutulmuşum gibi hissediyorum. 

 

Henüz farenjit değil. Ama doktorum boğazıma çubuğu sokarken bir yandan da bu hastalığı o kadar tatlı anlattı ki farenjite büyük sempati duyuyorum şu anda. Anlatırken hep hastalardan “öğretmenlerimiz” diye bahsetti. Anladım ki bu bir zümre hastalığı. Farenjit olsam kendimi tam bir öğretmen gibi hissedeceğim. (Evet hasta pskilolojisi çok farklı bir şey, hassasiyetime anlayış göstermenizi bekliyorum)

 

Başka bir ünlü meslek hastalığımız da varismiş. Eğer varis de başlarsa bence ben malulen emekli bile olabilirim. 

 

Neyse. Larenjitle ‘savaşmam’ için doktor bana fitil büyüklüğünde antibiyotikler verdi, paketi açınca bir an gerçekten bunu ağız yoluyla mı almalıyım diye düşündüm. 

 

Öğleden beri yayın arada gidip geliyor ama dün hiç yoktu. Aksi gibi de nekahet dönemim çok hareketli geçiyor, devamlı tanıdıklarla karşılaşıyoruz. Ben hatırımı soranlara ümükleniyormuşum gibi cevap vermeye çalışınca annem de bana dublaj yapma gereği duyuyor. Ya da ben ona acılı acılı bakıyorum, “sen bir çeviriver teyzeye, devreleri yandı yazık” der gibi. 

Tuhaf bir psikoloji  içindeyiz; sesim çıkmıyor diye mahçup olduk insanlara karşı, “Ehe şey, boğazlarımız şişti, ses de iyice gitti dünden beri, ehe…” 

Annem gerçek bir refakatçi gibi, larenjitimi içselleştirdi sağ olsun.

 

Exorcist’in devam filmi için başrol teklifi almadan önce iyileşmeyi ve sahnelere dönmeyi temenni ediyorum.